Beni tanıyanlar iyi bilir, bir caz kulübünde şarkı söyleyerek insanlara güzel bir şeyler sunabilirdim belki, ya da insalığa ait olan ne varsa araştırmak için can atan bir antropolog olabilirdim, belki yine insanların yaşadığı evlerin kapı ve pencerelerine olan merakımla sürekli onları çizen bir ressam veya hayata dair herşeyi keşfetmeye doymayan gözlerimle seyahat düşkünü bir gezgin de olabilirdim. Hatta gezdiği yerleri insanlara anlatan bir program sunucusu. Evet bunların hepsini yapabilirdim. İnsanlara olan sevgimi bir şekilde ifade etmenin bir yolunu bulmalıydım. Arayışlarım beni mutfağa sürükledi bu yaşımda, sonra araştırmaya sonra öğrenmeye. Bu yolun başında durmuştum ve arkama bakmayı hiç düşünmedim bile.
Yeniden Paris'teyim. Beni doyuran şeylerin başında değişim geliyormuş meğer. Doğduğum şehre, İstanbul'a geri göçüm, evliliğim, kızım, ve yeni yolum. Hepsi derin değişimler benim için. Gerisi kifayetsiz kalan anlamlı değişimler.
Resimde gördüğünüz kız çocuğu belki Eyfel kulesini kaldıramaz ama inanıyorum ki yanında olmadığım bu süre zarfında en az bu kadar güçlü kalacak ve dönüşümde de bana ilham vermeye devam edecek.
Beni güzel dileklerle buraya uğurlayan herkese Paris'ten sonsuz sevgiler. Kendi Uğur'uma da desteği için sonsuz teşekkürler...
Ne mi yapıyorum? Keşfediyorum, yeniden kendimi, yapabileceklerimi, hayallerimi, hedeflerimi...Paris'i pek de sevmemesine rağmen bayram tatilinde yanıma gelen eşim ve beraberinde gelen kızıma nihayet Ratatouille'un memleketini göstermekten duyduğum mutluluğu anlatmama imkan yok.
Benim için Paris'in anlamı bambaşka. Sevip sevmemek değil konum. Benim için temsil ettiği değer başka. Mesela Pierre Herme'nin vitrinini inceleyerek bi yarım saatimi geçirebilirim ben. Ya da bir kafede kir royal ısmarlayıp sıkışık masalardan birinde saatlerce oturabilirim. Yine saatlerce yürüyebilirim bu şehirde. Saatlerce yürüyebileceğiniz bir şehir, daha büyük özgürlük var mı ki?
Gelgelelim Cordon Blue'ye...Okulda bu sezonda pek çok şey öğreneceğiz gibi gözüküyor. Restoran tatlılarına giriş yaptık bile.
Şeflerimiz her zaman ki gibi tüm ustalıklarını sergiliyorlar. Sınıfta 20 kişiyiz. Pratiklerde 10 kişi mutfağa giriyoruz. Tarifleri gerçekleştirirken ki telaşımızı görmelisiniz. Arı gibi ordan oraya koşturan dünyanın dört bir yanından insanlar...
Solumda yunanlı hırslı bir oğlan sağımda brezilyalı şeker bir gay, karşımda şirin bir japon kız ve suratsız bir amerikalı kadın ciddi ciddi çalışıyoruz. Sonunda yaptıklarımıza not alıyoruz çünkü şeflerden. Yaratıcılığımızı sorguluyorlar bu sefer, dekorasyondaki başarımıza da bakıyorlar. Bakınız aşağıdaki makaron sunumu...Bu da şef JJ.Tranchant'ın bir uygulaması.
Bu da yaratıcılık mı diyeceksiniz şimdi aşağıdaki fotoğrafıma bakıp? Elbette değil ama ilk uygulamamda yaşam felsefemi koymak istedim tartıma. Passion fruit meyvesinin tohumlarıyla kapladığımız tartdaki mesajımda şu; suratın sivilcelerle de kaplı olsa mühim değil, gülücük senin tek sihirin. Onu kullan, gerisini boşver...
Diğer arkadaşlarımda farklı şekillerde süslediler tartlarını...Şef Walter'ın tartıma yorumu da şu oldu:
''Je trouve ça tres sympa, ha?''
''Merci chef!!''
Sempatik bulmuş anlamında. Evet tam isabet... İstediğim de buydu zaten. Garip bir meyveden yapılan bu tarta biraz sempati katmak...Teknik açıdan pek çok şey öğrendiğim bu tarifi başka meyvelerle denemek için can atıyorum.
İlk haftamı böylelikle tamamladım. Sizi bilgilendirmeye devam edeceğim...